Çiğdem Kılıçgün Uçar
21. yüzyılı, sistemin, toplum karşıtlığının en görünür olduğu ve en derinleştiği dönem olarak tarif edebiliriz. Sistemin toplum karşıtlığı yalnız değildi elbette, eş zamanlı seyreden toplumun sistem karşıtlığı da tecrübe ettiğimiz ve devam eden önemli bir süreç oldu.
Erkek ve egemen referanslı bu sistemin başta kadınlar olmak üzere herkese ve her şeye karşı yürüttüğü saldırılar, dayattığı sınırlar ve büyüttüğü savaş aynı referans ve tarihselliği ile devam ediyor. Müdahale ve denetim odaklı bu saldırının erkek lehine vücut bulmuş hali kapitalizm ve ulus devlet mekanizmasıdır. Ve bu mekanizma, 104 ME’nin çalınması ile başlayıp, tanrıların tanrıçaları yok etme savaşları, kadın orjinli neolitik değerlerin gaspıyla devam eden tarihselliği esas alır. Tüm bu esaslar kadınların kaybetmesi, ötekileştirilmesi ve yok sayılması üzerine kurulmuştur. Yani kadının inkârı, …
İnkâr edilen sadece bir cins kimliği değildir, bu kimliğin etrafında oluşan komünal, eşit ve özgür bir sistemdir. Dolayısıyla kendisini tarihsel bir gerçeklik olarak dayatan ve alternatifsiz ilan eden sistem başka bir hakikatin inkârından öte bir şey değildir. Sistem inşasında en temel saldırı biçimi olan savaş, kadın ile başlayıp, tüm topluma karşı yürütülen bir saldırıya dönüşmüş durumdadır. Çünkü sistem kadınlarla savaşında ne kadar sonuç alabilirse, toplumla yürüttüğü savaşta da o kadar sonuç alacaktır.
Kadın cinayetlerinin ana odağı olarak sunulan “namus” kavramı ile sistem ve devlet eleştirisini, karşıtlığını mahkûm etmek için üretilen “beka” kavramı bu ilişkinin en açık göstergesidir. Bekanın erkekleşmesi ve namusun devletleşmesi, kadın ve onunla birlikte tüm toplumun denetlenmesi olarak hayat buluyor. Sistemin erkek referansına karşı kendi hakikatlerini savunan kadınlar, evlerin sınırlarını yasaklanan sokaklara taşırmış, taciz, tecavüz ve istismarı teşhir etmiş, emeğin sömürüsüne karşı direnişini büyütmüş, sözünü ve eylemini ortaklaştırarak sistem karşıtı mücadelenin yol ve yöntemini yapılandırmıştır.
Bugün sistemin hakikat olarak sunduğu savaş, ulus devletlerin varlık sancılarıdır. Erkek aklın egemenlik biçimi olan ulus devletlerin, sistem karşıtlarının mücadelesi ve direnişi ile yaşadığı kriz kadınların bilgisine, müdahalesine ve hakikatine kapı aralıyor. Toplumsallığın ürettiği tarihsel hakikati yani barışı, eşitlik ve özgürlük formunda var etmenin mücadelesi kadınlar eylerse kalıcı olur.
Türkiye’nin beka olarak topluma mal etmeye çalıştığı savaş, Kürt düşmanlığının aldığı boyut ve Kürt coğrafyasında yaşananlar, insan hayatının siyasete malzeme yapılacak kadar yok sayılması, devlet kutsallığında sömürülen yok sayılan emek, yokluğa mahkûm hayatlar, kutuplaşan halklar, inançlar, bilgi ve iktidar kirliliğinde hayat bulan yalanlar…
Bu sistem bizim değil, çalınan değerlerimizin devletler / iktidarlar eliyle aldığı bu boyut değişime en yakın dönemi, hakikatle buluşmaya en yakın dönemi de tarif ediyor. Kadın mücadelesinin kendi hakikatini, bilgisini hiç yitirmemiş olması, başarı ve kazanımlarının esas referansı. Bu yüzden toplum kadınların öncülüğünde kendi hakikatini aramaya devam ediyor. İlk savaşa hapsedilen kadın bilgeliğinin sistemin kırılma noktasına dönüşmesi hepimizin gerçekliğidir.