63 yıl önce; sert bir dünyanın, sert bir diyarında üstelik onun da sert bir çağında “paniğini kukla yapmış hasta bir çocuk” doğdu. İradesi dışında geldiği dünyadan, kendi iradesiyle ayrılacaktı daha sonra, hepimizin yollarına kuşlar koyarak. Aldırma 128! Merhaba Nilgün Marmara…
“Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde?”
Ben size alışamam.
1958’de, “iki adımlık yerküre, senin bütün arka bahçelerini gördüm ben” diyerek meydan okuyacağı bir dünyada, 13 Şubat soğuğunda doğdu. Maarif Koleji, İstanbul Üniversitesi oradan son durak olarak bugün ‘Aşağı Bakmayacağız’ diyerek karanlığı yırtan Boğaziçi Üniversitesi’nde geçti eğitim hayatı. Yaşamının tümünde etkilendiği ‘ruh eşi’ olarak anlattığı Sylvia Plath üzerine “Slyvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” tezini, “Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda, şiirlerini ölüm kavramını derinden algılayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam” notuyla hazırlayıp mezun oldu Boğaziçi’nden.
Meçhul Öğrenci, Büyük Nilgün ve Zelda…
Mezun olur olmaz eşinin işleri sebebiyle bir dönem Libya’da yaşadı ve sonra tekrar İstanbul’a döndü. Burada Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Cihat Burak, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi isimlerle sık sık bir araya gelirdi Nilgün Marmara. Cemal Süreya, Nilgün’ün ölümünden sonra kendisi için sık sık Zelda dediğini itiraf edecekti. Romancı Scott Fitzgerald’ın eşi Zelda… Çılgın, uçarı, zeki bir kadın Zelda. Roman yazdı, resim yaptı, baleyle ilgilendi. Psikolojik sorunları vardı. Akıl hastanesinde çıkan bir yangında da öldü. Cemal Süreya’nın Zeldası, Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrencisi, İlhan Berk’in Büyük Nülgün’ü edebiyat ve şiir cümbüşünün yaşandığı hafta sonlarında herkesten bir haber intiharını ilmek ilmek planlıyordu…
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…
İş hayatında kalıcı olamıyordu Nilgün… Dünyaya sığmayan dizeleri, entelektüel birikimi ve sivri zekası Nilgün’e fazla geliyordu. Genç yaşta bipolar hastalığına yakalandı. Tedavi olmayı kesinlikle reddetti. Zaten Cemal Süreya’nın dediği gibi; “Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak gören biriydi Nilgün” başka bir hayatın salonunda tedavi olmak, gaz fırınında intihar eden Sylvia Plath’i kendisine ‘ruh eşi’ olarak gören birine göre değildi.
Var olmayışın kayıp cennetinden kovulmuş; ‘hiç doğmamayı’ yeğlediği halde doğmuş olan Nilgün Marmara, intiharına kadar hep yalnız ve yabancı hissetti kendisini bu dünyaya “garip bir kuş” olarak umutsuzlar merdiveninde oturup…
“Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi…
Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,
Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!
(…)”
Hep bir savaş halindeydi
Ocak 82’de ‘Savrulan Beden’ şiirinin girişiydi yalnızca bu. Umutsuzluk ve karamsarlığın şairi Nilgün 29 yıllık ömründe kan-revan savaştı bu dünyayla. Hiçbir zaman yaşamaya tutkuyla bağlı olmadı. Bir savaşı vardı onun. İlhan Berk’e yazarken şöyle bahsedecekti bu savaştan; “Yaşamı kendilerine eklemeye, her şeyi her şeyi ele geçirmeye, kendilerine katmaya çalışıyor buradaki insanlar, bizlerse kör topal yaşama eklemlenmeye çalışıyoruz. Arada ayrım yok mu hiç? Develer de güdülmüyor, diyardan da gidilmiyor, bok böcekleri üşüşmüş değneğin üstüne, iki ucuna değil yalnızca.”
Ölümü
Yokluğunda yeniden varolan biri oldu. Ölüm üzerine yazılan hiçbir şiir belki de Nilgün’ün şiirleşen ölümü kadar etkili değildi. Arka bahçelerini adımladığı dünyayı 13 Ekim 1987’de Kızıltoprak’taki evinin 5. katından atlayarak terk etti. Ece Ayhan, “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinde, Marmara’nın ilkokuldaki öğrenci numarasını kastederek “Aldırma128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında…/ Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında” mısralarıyla kendisine seslendi. Cezmi Ersöz ise, Marmara‘nın ölümünün ardından “Kırk Yılda Bir Gibisin” adlı kitabı yazıp, kendisine ithaf etti. Seyhan Erözçelik, Nilgün Marmara’nın intiharının ardından Nilgün’ün Göztaşı isimli şiiri yazdı.
Şiirleri ölümünün ardından ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ adıyla 1988 yılında yayınlandı. Kitapta 1977’den 1987’ye ölümünden yalnızca 1 ay öncesine dek yazmış olduğu şiirler yer aldı. Daktiloya Çekilmiş Şiirler’inin ardından yazdığı notları Kırmızı Kahverengi Defter adıyla kitaplaştırıldı. Ardından yıllar sonra Nilgün’ün günlükleri eksiksiz olarak ‘Defterler’ ismiyle yayımlandı. Sonrasında ise şairin ‘Defterler’ine eşlik eden bir tomar kağıdın arasından seçilen yazıları ‘Kağıtlar’ ismiyle yayımlandı. Eserde ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’de yayımlanmış bazı şiirlerin ilk versiyonları ve daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış ‘poeme enprose’lar, şiirler, bağımsız dizeler, dost mektupları yer alıyor.
Nilgün, nereye gitmek için yola çıktığımızı bilmediğimiz ve yalnızca bir bekleme salonundan ibaret bu dünyada, acıyı ve hüznü sermaye edinmiş kucak dolusu şiirler bıraktı bize. Kırgınlıklarımıza, küskünlüklerimize ve yalnızlıklarımıza rehber olacak bir avuç şiir. İyi ki doğdun…
“biliyorum, bir gün dayanamayacak küçük kalbim. arkamı dönüp güvendiğim ve inandığım her şeye veda edeceğim.”