90’lı yılların işkenceci polis şefleri “Teröristleri biz yakalıyoruz mahkemeler bırakıyor” diyerek zaten işkenceye ortak olan DGM’leri baskı altında tutarlardı. DGM savcılarının emniyette bizzat işkenceli sorgulara iştirak ettiği birçok işkence mağduru insan tarafından dile getirildi bugüne kadar. Hatta DGM Başsavcısı Nusret Demiral, televizyon programında “İfade vermeyi reddeden sanığı tekrar emniyete gönderiyorum tozunu bir güzel alıyorlar” diyerek açıkça işkenceyi üstlenmekten çekinmiyordu. Zaman geçti “işkenceye sıfır tolerans” edebiyatı moda oldu. “İhtiyaç duyulmadıkça” işkenceye yaygın olarak başvurmama dönemi başladı. İşkencenin zirvede olduğu günlerde tutuklama daha bir az gerçekleştirilirken, yeni dönemde tutuklamamak istisna oldu. AKP’nin “bacasız fabrika” dediği cezaevleri inşaatlarına “kampüs” adı verilerek toplama kamplarına dönüştürüldü.
Saraylıların “günah işleme özgürlüğü” varken, Saray’la selamı olmayanların iddiasız iddianamelerle, uydurulmuş suçlarla tutuklanma özgürlüğü var! AKP MKYK’de alınan kararla HDP’li seçilmişler, yöneticiler, üyelerin binlercesi tutuklandı dersek abartılı olmaz. Zaten AKP, mahkemelere basın yoluyla talimat vermeyi, talimatı harfiyen uygulamayan hâkimleri sürgün etmeyi saklama gereği duymuyor. AİHM kararlarının hiçe sayıldığı, AYM’nin yasa dışı örgüt muamelesi gördüğü yeni Türkiye’de, Saray’a ruhunu teslim etmeyen hâkim-savcılar, ibret-i âlem için, ya pasif görevlere tayin oluyorlar ya da göstere göstere, meslekten ihraç ediliyorlar. Tüm bunlar olurken Adalet Bakanı Abdulhamit Gül yargının haksız kararlarından kendisinin de şikâyetçi olduğunu vurguluyor ve “cüppe giymiş militanlardan” yakınarak adalet reformu talep ediyor. İçişleri Bakanı S.S. de yargının başka türlü mağduruyum diye poz kesiyor ve Adalet Bakanı’nın rol çalmasına müsaade etmiyor… Önce güvenlik mi yoksa adalet mi gerekli sorusu üzerinden yürütülüyormuş gibi görünen tartışma aslında, AKP içindeki çıkar gruplarının, yargı ve güvenlik bürokrasisinde hâkimiyeti ele geçirmek için uzunca bir süredir sürdürdükleri irade savaşından başka bir şey değil. Abdulhamit Gül’ün deyimiyle “cüppe giymiş militanların” kol gezdiği ortamda adalet reformu konuşuluyor.
12 Eylül’den kalma yasaların değiştirilmesi benzeri tartışmalar gelinen aşamada lüks bir tartışma. AKP-MHP mevcut yasaları ayak bağı olarak görüyor, bu nedenle yasa dışılığı, Tek Adam tarafından her an kuralların değiştirilebildiği meşruti yönetim biçimini uyguluyor. Mevcut düzenin net olarak adını koymak lazım. Türkiye Cumhuriyeti “Anayasal, sosyal hukuk devleti” olarak tanımlanamaz artık ve cumhuriyet niteliğini de yitirmiş durumda. Geçmişte de “sosyal hukuk devleti” falan değildi ancak kırık dökük de olsa bir anayasası ve kanunları vardı. Tek Adam kültü üzerine inşa edilmiş, Saray’ın her şeyi belirlediği ama toplumun Saray’dakini değiştirme gücüne bile sahip olmadığı meşrutiyet ve buna bağlı olarak istibdat yönetimine giden son dönemeci yaşıyoruz. Saray Rejimi’ne direnen demokrasi güçleri açısından koşulların çok zorlu olduğunu vurgulamaya gerek yok ama Saray Rejimi’nin nefesinin kesildiğini, içeriden-dışarıdan rüzgârın ters yönde estiğini vurgulamak gerekir. Kendileri için tehlikenin farkında olan rejim unsurları mafya yöntemleriyle dört bir yana saldırıyorlar.
- Demirtaş, F. Yüksekdağ, O. Kavala örneğinde olduğu gibi esir tutulanlar, Leyla Güven, Kemal Bülbül, Remziye Tosun, Ö. Faruk Gergerlioğlu’na talimatla verilen ağır cezalar, ölüm döşeğinde tahliye edilmeyen hasta tutsaklar, ev baskınları, kapı kırmalar, köpekli işkenceler, gözaltında kaybetme girişimleri “yargı reformu” aldatmacasının kapsama alanına girmiyor. Yasaların kötülüğünden ziyade yasasızlık, keyfiyet dönemin temel karakteri olarak öne çıkıyor. “Heykeli dikilecek adam” dedikleri savcının akıbetine bakarak adaletin herkese lazım olduğunu idrak edemiyorlar, çünkü para ve silahı ellerinde bulundurdukları için hep yargılayan olacakları gibi ahmakça bir düşünceye kapılmış durumdalar.
Rejim çürümeye ve çürütmeye devam ediyor. “İsviçre’de deniz yok, neden Denizcilik Bakanlığı var?” sorusuna “Türkiye’de de adalet yok ama Adalet Bakanlığı var” cevabını doğrularcasına Bakan A. Gül adalet sisteminden yakınıyor. Tepemizde sallanan Demokles’in kılıcına boyun eğmeden tahterevalli misali bir aşağı bir yukarı birbirini tartan Saray yamaklarını pistten alıp, demokrasi güçlerini adalet için mücadele arenasına davet etme zamanı geldi ve geçiyor bile.