Bir de bu çıktı başımıza şimdi: MHP bagajı! Şu AKP, hiçbir dönem suçlu olmadı ya, yanarım da ona yanarım. Öncekileri Cemaat yapmıştı, şimdikileri MHP yapıyor, çok çok öncekiler ise zaten koalisyon hükümetlerinin marifetiydi; ta ne zamankileri dersen onlar da İsmet’in sırtında kaldı. AKP temiz! Pirüpak!
Öyle ‘kendisi iyi de çevresi kötü’ muhabbeti değil bu. İşin en başından beri AKP her zaman dün iktidara gelmiş gibi yüksek tansiyonlu bir ‘biz ve bizi çekemeyenler’ ajitasyonu tuttururken, aslında hiçbir zaman tam olarak yalnız başına iktidar olmadı. Her zaman koltuk değnekleriyle yürüdü ve o değnekleri yenileriyle değiştirmenin bir yolunu bulduğunda da, daha önce kullandıklarına “Allah razı olsun” filan demedi. Geçtim yanındakileri, her ‘milli’ meselede Yenikapı yolunu tutanlara da sözünü çok net söyledi: Gelmeseydin!
Şimdi MHP meselesi var. Erdoğan öksürse ‘acaba yeni bir süreç mi başlatıyor’ vehmine kapılanlar bazen öyle tablolar yaratıyor ki, insanın aklı duruyor. Demokrasiyi pek seven, reformlar yapmadan duramayan bir Erdoğan var, bir de onun önünü kesen Bahçeli! İşveren toplantılarında ‘nasıl bitirdik grevleri’ diye öğünen Erdoğan aslında sendikal hakları geliştirmek istiyor, binlerce insanı içeri tıktıran, Kürtlerin iki tavuğundan birine el koymadan duramayan Erdoğan, aslında özgürlükleri büyütmek istiyor ama ah işte, MHP! İşleri hep o bozuyor! Aklı başında bildiğimiz insanlar bile hâlâ şu “Mazlumdular zalim oldular” tekerlemesini ağzında geveleyip duruyor.
Gerçek bu mu? Hayır, değil. “AK Parti öncesi, Milli Görüş’ün siyasette var olduğu dönemde biz ütopyayı yaşıyorduk. Ama o radikal duruşla hayatın gerçekleri ile mutabakatın çok zor olduğunu görenlerimiz oldu. Bu gerçeği gören bir ekip, daha sonra yenilikçi olarak adlandırılan bir grup, AK Parti olarak siyaset sahnesine çıktı.” Eski parti kurucusu İhsan Arslan tabii ki inceltiyor her şeyi. Aslında dediği şu: “Başımızda bol keseden sallayan yaşlı bir adam vardı. Sıkıldık. Altını oyduk bir güzel, çıktık ortaya.” Böyle oldu. Kırk tane toplantı yapıldı bunun için ve bazıları da Atlantik ötesinde yapıldı. Cüneyt Zapsu ile Egemen Bağış neden bütün süreçlerin en dokunulmaz adamlarıdır acaba?
Mazlumluktan zalimliğe geçiş filan da olmadı öyle. MTTB’den bu yana sola ve Kürtlere düşmanlık hep bakiydi. Zamanla şuna yaslandı buna yaslandı ama hep kendisiydi aslında. Bu kadar basit!
MHP meselesinde bir sıkışma yok mu? Var. Erdoğan rahatsız mı? Evet, rahatsız. Erdoğan muhalefete karşı baskı ve zor uyguluyor ama sadece bununla yürünemeyeceğini, başka şeylerin de gerektiğini bilecek kadar aklı var. Neticede vatandaşın durumu hakkında raporlar onun da masasına gidiyor.
Ayrıca Erdoğan, kendisinin bir adım önüne çıkan kimlikleri de sevmiyor. Ayakta kalabilmek için -Cemaat örneğinde de olduğu gibi- bir gruba mahkum olmak sıkıyor onu. Bağımlı olduğu güce aşırı kadro vermek, başlangıçta -AKP’nin kendi kadrolarının gevşekliğinden ötürü- hoşuna gitse de sonradan bunun başa bela olacağını, olduğunu da biliyor. İktidarda kalmak için birine yaslanması gerekiyorsa yaslanıyor ama kendisinden pay talep etmeyen, ‘kullanışlı’ ve yük olmayan ortağı seviyor. Aslında ‘ortak’tan çok koltuk değneğini seviyor; çünkü ‘ortaklık’ kavramının içinde doğası gereği ‘pay’ var. Bu, MHP’yi sırtından silkeleyeceği anlamına mı geliyor? Hayır. Asiltürk ziyareti filan çok anlamlı değil; yeterli değil çünkü. Yeterli değil, çünkü bu tür küçük partilerin yönetimi viraj alsa bile seçmenin ardından gideceği şüphelidir. Bu kadar kutuplaştırma ve gerginlikten sonra çok zor bu işler.
***
AKP’nin iktidarını nasıl sürdüreceği konusunda fikir üretmek bizim işimiz değil elbette. Nereye varırsa varsın, kendilerinin bileceği iş.
Ama tarih var. Ve tarihçi Toynbee’nin şu unutulmaz sözleri var: “Osmanlı Türkleri, tabiat ve iklimin baskısıyla, siteyi bırakıp harikulâde bir cüretle başka uygarlıklara bağlı milletleri idareleri altına aldıkları zaman çok büyük, başarılması güç ve o ölçüde tehlikeli bir işe girişmiş oluyorlardı. Onların bu hareketleri, tıpkı aşılması olanaksız, sarp bir kayalığa tırmanmak isteyen cüretli, cesur, kudretli, yetenekli, ama bu işin ehli olmayan bir dağ sporcusunun teşebbüsüne benzer. Başkalarının daha başlangıçta vazgeçeceği ya da mahvolacağı bu tırmanma teşebbüsünde Türkler büyük bir cesaret ve maharetle kayanın belli bir yerine çıkmış, böylece akıllara durgunluk verecek bir başarı göstermişlerdir. Ama onu tamamıyla aşamadıklarından orada durmak zorunda kalmışlar, bulundukları bu yerden düşmemek için de, geri kalan enerjileri gibi bütün zamanlarını ve hayatlarını buna harcamışlardır.”
Kibar adam Toynbee. Batılılarda adet olduğu üzere Türk’e hafiften gaz verse de düpedüz ‘Kaldıramayacağın yükün altına girme’ diyor ama asıl son cümlesi mühim. Ve onu, ne de olsa bir imparatorluk olan Osmanlı için söylüyor; kasaba politikacılarının yönettiği 2021 Türkiye’si için değil.
Düşmemek için tutunmak! Üstelik bir kayaya değil, çürük bir dala… Dewamke!